ÇocukÖzel İçerikler

Atom bombasından daha tehlikeli bir icat!

Her şeyin dijitalleştiği günümüzde ebeveynlik nasıl dijitalleşmesin! Son 20 yılda büyüyen çocuklar televizyonun yanı sıra tabletle ve telefonla büyüdü. Kendilerinden kilometrelerce ötede, hiç tanımadıkları çocukların, ailelerin videolarını izledi; ingilizceye yabancı büyümemek adına bir yığın ingilizce ama anlamsız şarkılarla tanıştı. Ailesi onları “parmak kaydırma hareketini öğrendi” diye üstün zeka olarak tanımlayıp kendini avuttu. Oysa ki verilen zararın büyüklüğü gözle görülürü geçeli çok oldu, artık o zararı bugün yetişkinliğe adım atan çocuklarda görmeye başladık. Peki hangi zararları verdik dijital ebeveynlik ile çocuklarımıza ve yarının yetişkinlerine dersiniz?

Editörün Gözünden’de konuğumuz olan Türk biyolog ve sinir bilim uzmanı Prof. Dr. Sinan Canan, “Bir insanın kendini geliştirmesi için önce kendinde olan hataları görüp fark etmesi gerekir. Yani bir öz farkındalığa sahip olması gerekir. Ancak bugün bir çoğumuz telefona ve dijital ekranlara bağımlı ve bunu fark edemiyor. Dolayısıyla iletişim problemlerimizi görüp fark etmeden hayatımızı geçiriyoruz. Bence insanlık tarihinin atom bombasından, sinir gazından çok daha tehlikeli bir icadı tablet koyma yeri olan mama sandalyeleridir. O çocuk yemek yesin diye onun önüne tablet koyarak ne büyük bir cinayetler dizisine aracılık etme ihtimalimiz olduğunu bilsek onları yakardık. Şu anda evin önüne çıkarıp o kadar küçük bir çocuğun önüne sadece beslensin diye bütün aklını fikrini yönetecek bir içerik kaynağını koymak akıllı bir insanın yapacağı bir şey değil” dedi.

Kendimizle baş başa kalamıyoruz!

Gazeteci Elif Nur Güder ve Prof. Dr. Sinan Canan

Çocukların ilgi ve uyaran eksikliğiyle büyümesinin yeni bir şey olmadığını belirten Prof. Dr. Sinan Canan, “Fakat dijitalde şöyle bir fark var; her an ve her yerde… Tuvalette bile kendimizle baş başa kalmamız dahi sıkıntı. Dolayısıyla dijital hikaye sadece çocuklara yansımıyor, insanların kendi kendileriyle de olan ilişkilerini bozduğu için daha evvelden belki var olan bir sorun daha da katmanlı yani kompleks bir hale geliyor. Şimdi ben öncelikle insanın kendisine ne yaptığını önemsiyorum dijital teknolojinin. Çünkü bir insanın kendi ilerlemesi, kendi gelişmesi, davranışlarındaki hataları görüp düzeltebilmek, kendini daha iyi bir versiyonunu devamlı araştırması için öz farkındalık diye bir şeye sahip olması lazım. Bu öz farkındalığı geliştirmek için de kendinle sohbet edebilmek, kendinin farkında olmak, kendini izlemek gibi bir şeyler lazım” diye konuştu.

Sabah kalkar kalkmaz telefonunuza mı bakıyorsunuz?

Kısa bir anketle bağımlılığının yaygınlığını ölçebildiğini belirten Prof. Dr. Sinan Canan,Şimdi mesela bizi izleyenlere hemen bir anket yapmak isterdim; yani sabah kalkar kalkmaz kaç kişi cep telefonuna bakıyor. Yani sabah telefona bakan herkes bağımlı demek değil ama önemli işaretlerden biri ve mesela gün içerisinde her boş kaldığımızda o boşlukta yapacağımız herhangi bir şey bulamamak, daha doğrusu aramaya bile niyetlenmemek nedeniyle elimizi böyle cihazlara atabiliyor olmamız bir kere bizim öz farkındalığımızı ciddi olarak düşürüyor. Öz farkındalık düşmesi ne demek basit bir örnek vereyim. Biz diyelim seninle aynı yerde yaşıyoruz, aynı yerde çalışıyoruz ya da devamlı böyle bir iletişim, ilişki halindeyiz ve mesela seninle aslında bir sorun yaşıyoruz. Fakat bizim o sorunu anlayabilmemiz için farkındalık gerekiyor ve çözmemiz gerekiyor. Ama bu sorunun akabinde hemen sen telefonda bir şey yapmaya başlıyorsun mesela ister oyun oynayın, ister sosyal medyada gezinmek doğrudan duygu durumunuzu etkileyip değiştiren şeyler. Haz sistemimiz var mesela oyun bizim haz sistemimize hitap ediyor sosyal medya bağ kurma, yeni kişilerle tanışma gibi meraklarımızı tatmin etmeye ve bunlar üzerinden tabii ki para kazanmaya çalışıyor. Bunların hepsi biz bu tarz uygulamalara bu kadar zahmetsiz ve kolay geçiş yapabilince rahatsız duyguları zaten sevmiyoruz. İnsanlar ne yaptıklarının farkında değiller. Eskiden biraz buna vaktimiz vardı yani durup mesela pişman olabiliyorduk “keşke böyle yapmasam” diye artık bu pişmanlığı yaşayabilecek zamanlarımız belki işte uykuya geçmeden önce ya da kazara cep telefonunu unutup da duşa tuvalete girdiğimiz falan bir zamanda olabiliyor. Belki dolayısıyla bu kadar kısıtlı zamanlara kalınca da siz kendi ilişkilerinizi düzeltme konusunda inisiyatif alamaz, hatta ilişkilerde kaçınan tarafta olma gibi bir reflekse kaçan insanlara dönüşüyorsun” diye konuştu.

İnsanı yalnızlaştırıyor!

telefon, dijital teknoloji, ekran bağımlılığı, ebeveyn, tehlikeli, İletişim teknolojilerinin zirve yaptığı bu çağda insanın yalnızlaştığına dikkat çeken Prof. Dr. Sinan Canan,Çünkü bir insanın bir başkasıyla bağlantı kurabilmesi kendini biliyor
olması çok önemli. Ben seninle bağlantı kuracağım da benim neye ihtiyacım var, ne üzerinden bağlantı kuruyoruz ya da senin dediğin bende ne yaratıyor ki ben sana onun karşılığına ne diyeyim. Bunların hepsi öz farkındalıkla ilgili” dedi.

Öz farkındalığın başlı başına çalışılması gereken bir süreç olduğunu belirten Prof. Dr. Sinan Canan,Mesela onunla ilgili televizyondaki programda da bir bölüm yapmıştık. Hatta dijital kullanım kültürü diye yayınlandı o, NTV’de arşivlerde bulabilirler. Bizim dijital teknoloji kullanımına dair bir kültürümüz, adabımız ya da Batı deyimiyle etiği yok. Mesela çok basit bir kıstasım var benim. Kendimde de uyguladığım ve herkesin uygulayabileceği; cihazı elinize aldığınızda sadece işinizi halledip bırakıyor musunuz yoksa kendinizi YouTube’da ya da başka bir yerde bir şey yaparken mi buluyorsunuz. Çünkü böyleyse siz cihazı değil, cihaz sizi kullanıyor demektir. Onun kullanım kültürünü oluşturmamışsınız demektir ve bu da bence hiç farkı yok yani biraz kaba analoji geliyor insanlara ama çatalla yatağa gitmek gibi bir şey. Yani çatalın görevi ya da fonksiyonu oraya uygun değil ama biz bu teknolojiyle her yere gidiyoruz” diye konuştu.

Kontrol etme, Fark et!

Erişkin dönemimizde davranış sorunlarının büyük bir çoğunluğunun aileden alınan negatif kodlardan kaynaklandığını söyleyen Prof. Dr. Sinan Canan, “Bilinç dışı zihin denen bir yere yaklaşık 6-7 yaşına kadar bu kodlar adeta denizin dibindeki toprak gibi oturuyor ve bizim bütün zihinsel zeminimizi orası oluşturuyor. Bunları yazılımlar gibi düşünelim. Bu yazılımlar, bilgisayar yazılımı nasıl bir komut verince bir şey yapar ya bu farkında olmadığımız yazılım kodları biz dış dünyadan bir şeyler aldığımızda eğer daha önceki deneyimlerimize benzer bir hadise yaşıyor isek kendi kendine aktive olup bir takım duygular çıkarıyor ortaya. Mesela durup dururken bir şeye sinirleniyor ya da durup dururken bir şeyi saçma sapan arzuluyoruz. Hani hiç bize uygun olmayacak tercihler yapıyoruz mesela ve bu hareketlerimizin neredeyse tamamının bilinçsiz olduğunu biliyoruz. Normal bir günde bu bilinçsiz hareketleri yöneten şey o kodlar. Bu kodlar nerede oluşuyor;  ilk yetişme ortamında, yani aile ortamında,  büyük bir çoğunlukla hani istatistiklerden konuşacak olursak ve bunlar çok çok basit görünen şeyler. Mesela Nihan Kaya “İyi aile yoktur” kitabında bunu çok anlatır. Çocuklara yaptığımız çok basit şeyler “Masada öyle oturma, şimdi şöyle yap”. Bir çocuğa böyle dediğimizde- tabii adabı öğreteceğiz o ayrı- ama bunu bu şekilde söylediğiniz zaman çocuğa şu mesajı veriyoruz; “masada olan her şey senden daha önemli. Bu durumda bir anda kendi varlığı, önemi, failliğin ve dünya hakkında böyle bir çarpık zihin oluşturma riskimiz çok yüksek. Şimdi tabii bu tip kitapları okuyan anne baba ya da anne baba adayları geriliyor “Ben bunları nasıl kontrol edeceğim” falan diye. Bunlar kontrol edilmesi gereken şeyler değil, bunlar fark edilmesi gereken şeyler ve fark ettiğiniz anda davranışlarınızı otomatik olarak değiştiren şeyler. Şimdi Nihan Kaya’dan bahsettiğim bu konuyu ele alalım. Sadece bunu fark etmek için bile zamana ihtiyacınız var. Bu kitabı okuyacak, kendinizde fark edecek ve fark ettiğiniz şeyleri davranışa yansıtacak kadar kendinizle baş başa kalacak, düşünecek zamana ihtiyacınız var. Dolayısıyla az önce bahsettiğim öz farkındalığa engel olan bu kadar teknoloji varsa bunu yapabilmenin kolay olmadığı bir zamandayız” diye konuştu.

4 dakikadan uzun süre göz göze bakmak…

İnsanlığı ilgilendiren en önemli sorunun ileriki nesillerde ortaya çıkacak iletişim patolojileri olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Sinan Canan, “Mesela basit bir örneği var. Normalde birçok memeli hayvanda özellikle gözüne direkt olarak baktığın hayvan kızgınlaşır, böyle bir sinirlenir, öfkelenir ya da ürker. Çünkü göz göze bakmak bütün memelilerde saldırganlık işaretidir. Bizde de vardır aynısı. Birine böyle dik dik bakarsan “ne bakıyorsun” falan der. Fakat insanda başka bir şey var. Bunu diğer canlılarda görmüyoruz 4 dakikadan daha uzun süre göz göze bakan insanların romantik ilişkiyi geliştirme şansları yükseliyor, aşık oluyorlar. Çünkü 4 dakikadan fazla bakışınca beyin diyor ki “saldırmadığına göre başka bir şey yapalım”. Yani savaşmıyorsan seviş gibi bir durum var. Şimdi bunun olabilmesi için yalnız o kadar uzun süre göz kontağını muhafaza etmek gerekiyor. Şimdi bu göz kontağının arasına sürekli bir dijital ekranın girdiği bir zaman düşün, küçük çocuklarımız çoğu zaman göz kontağı eğitimini alamadan büyümek zorunda kalıyorlar. Böyle olunca da konuşurken göz teması kurmayan, göz teması kurmadığı için karşıdaki en önemli duygusal sinyalleri yüzden almakta zorlanan, dolayısıyla tonla iletişim problemi yaşayan insanlar üretiyoruz. Bunu mesela büyük şehirlerde özellikle bu rezidans, büyük site tarzı yerlerde oturan çocuklarda fazlaca görme şansımız var; asansörde selam verdiğinizde yüzünüze bakmayıp sizinle mır mır konuşan çocukları çok fazla görüyoruz. Araya giren teknoloji bu basit örneği. Bu kadar basit bir insani ihtiyacı ve yeteneği geliştirememek, birbirlerini yiyen insanlar hiç de hayal değil” dedi.

O icat atom bombasından çok daha tehlikeli!

Kısa bir süre önce marketlerde satışa sunulan ve önünde cep telefonu, tablet koyma yeri olan mama sandalyeleri ortaya çıktığını belirten Prof. Dr. Sinan Canan, “Bence insanlık tarihinin atom bombasından, sinir gazından çok daha tehlikeli bir icadıdır tablet koyma yeri olan mama sandalyeleri. O çocuk yemek yesin diye onun önüne tablet koyarak ne büyük bir cinayetler dizisine aracılık etme ihtimalimiz olduğunu bilsek onları yakardık. Şu anda küçük bir çocuğun önüne sadece beslensin diye bütün aklını, fikrini yönetecek bir içerik kaynağını koymak akıllı bir insanın yapacağı bir şey değil ama maalesef bugün bu seri üretim olarak ortaya çıkabilen bir şey. Konudan ne kadar bihaber olduğumuzu gösteriyor” uyarısında bulundu.

Bilgisayarlar bize vakit kazandırmadı!

Dijital dünyanın bize vakit kazandırma vaadiyle geldiğini söyleyen Prof. Dr. Sinan Canan, “Şu dünyada bir tane insan evladı yok ki bilgisayar sayesinde vakit kazanmış olsun. Çünkü e-mail gibi, sosyal mesajlaşma gibi, gereksiz gündem takibi gibi bir sürü görev de hayatımıza girdi. Mesaimiz bir kere çok daha fazla arttı. Bir de tabii ki dijital imkan su istimali diye bir şey var iş dünyasında. Size ekstra yükler binmeye başladı. Dolayısıyla bütün bunlar zaten bizim kafamızı, günümüzü, saatimizi aşırı doldurmuş vaziyette. Bir de bunların oyuncak kısımlarını ekle yani onlar da bizi iyice meşgul ediyor. İnsan çocuğunun en temelde gelişimi 100 yıldır kitaplarda yazar. Biz kültürel bir canlıyız. Neyi görürsek öyle oluruz ve gördüğümüzden başka bir şey olmamız belli bir yaştan sonra çok zordur ve ilk yetişme ortamı insanın kaderini neredeyse belirliyor. Fakat bu kadar büyük bir çabaya gerek kalmadan daha erken dönemde alabileceğimiz basit önlemlerle insanların son derece sağlıklı, işlevsel ve kendine güvenli bireyler olabilmeleri mümkün. Bunu yapabiliriz ama bugünkü ortamda bu bahsettiğimiz hikayelerin en çok vurduğu kısım o ilk yapılanma zamanımız olan yaklaşık 7 yaşına kadar olan dönemin maalesef biraz laylaylom içinde geçmesi… “diye konuştu.

Çocukların klasik oyun şansının kalmadığı gerçeğine dikkat çeken Prof. Dr. Sinan Canan, “Her şey kabul edilebilirdi, yani anne baba dijitalle meşgul olur bilmem ne, bunu kabul edebilirdik ama çocukların bir de klasik oyun şansının kalmadığı yani dış ortamda gerçek dünyada riskleri olan, yaralanmaları olan, sosyal birliktelik ve beraberlik gerektiren aktivitelerde gittikçe daha az bulunuyor olmaları bu işi daha da kötüleştiriyor. Çünkü mesela oyun dediğin şey dünyayı öğrenme yöntemidir. Çocuk yere çivi saplarken toprağın kurallarını, topu atarken fizik kurallarını, oyunda mızıkçılık yapanla kavga ederken sosyal kuralları hepsini orada öğrenir. Artık onlarda yok ve çocuklar bir ekranda bık bık düğmelere basarak artık oyun dediğimiz bir şey oynuyorlar. Bunlar geliştirici ve öğretici olmaktan ziyade belli bir yerde sabit tutucu ve uyutucu özelliğe sahipler” dedi.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün